Sayfalar

18 Mart 2015 Çarşamba

Kitap okumak

"Çocukluğumda ben çok fakirdim. Eğer çocukluğumda elime geçen iki kuruştan, birini kitaplara vermeseydim, bugün yaptığım işlerin hiçbirini yapamazdım.”

Atatürk

Okumakta öyle bildiğimiz okumak değilmiş aslında, yıl 1915 sıkı bir savaş, Atatürk ne Paşa ne Atatürk, genç bir subay.

Savaştan çadıra geldiniz, üç dakika dinlenme vaktiniz var, ne yaparsınız?

Tanıdığınız askerlere ya da askerlik yapanlara sorarsanız "Postalları çıkarır, dinlenirim.”diyeceklerdir.

Çadırında Macar Türkoloğu Nemeth’in, Fransız Türkoloğu Deny’nin Türkoloji albümleri duruyormuş. Açıyormuş onları okumaya başlıyormuş. Arkadaşları gülmüşler, “Deli misin? Dışarıda savaş var, 3 dakika dinleneceksin, onda da kitap okuyorsun. Niye?” demişler.

Şu cevabı vermiş “Savaştan sonra bu dilin değişime ihtiyacı var. Onu tespite çalışıyorum.

Savaştan sonra” diyor, savaşı nasıl olsa kazanacağız.

Yaptığı herşeye, her adıma, her devrime yıllar boyunca okuyarak hazırlanıyor. 57 senelik ömrüne tam 4000 kitap sığdırıyor.

Diyor ki “Her şeyin başı eğitim. Eğitimde reform her şeyden önce öğretmenin kafasında başlar.

Ankara'da lokanta veya otel yokken, 1933-1937 yılları arasında ilerlemiş ülkelere 700 öğrenci yollanmış.

Çoğu da birincilikle bitiriyor yabancı ülkedeki eğitimlerini. Çok iyi şartlarda da teklif alıyorlar burada kalın diye. Hiçbiri kalmıyor, çok enteresan koşa koşa ülkeye geliyorlar ama çok zor şartlarda. Ne para var, ne bir şey var, verilenlerin hiçbiri yok. Peki neden bunlar koşa koşa dönüyor? Bunun sebebini Mahmut Sadi şöyle anlatıyor:

“Yıl 1923, İstanbul Üniversitesinde öğrenci olduğum yıllar, okul duvarında  bir ilan gördüm “Avrupa’ya talebe yollanacaktır.” Allah Allah dedim, ülke  yıkık dökük, her yer virane, Avrupa’ya talebe. Bu şartlar altında lüks bir şey  ama bir şansımı deneyim dedim.

150 kişi içerisinden 11 kişi seçilmişiz. Benim ismimin yanına Atatürk Berlin Üniversitesi diye yazmış. Zaman geldi, Sirkeci garındayım, kafam çok karışık, gitsem mi? Gitmesem mi? Bunlar beni orada unutur mu? Para yollar mı?

Tam gitmemeye karar verecektim ki birisi ismimi çağırıyordu. ‘Mahmut Sadi, Mahmut Sadi telgrafın var.’ Açtım.

Telgrafta aynen şunlar yazıyordu: “Sizleri kıvılcımlar olarak yolluyorum. Alevler olarak dönmelisiniz. Mustafa Kemal Atatürk

1923’te o kadar işinin arasında. 11 öğrenci nerede ne düşünür diye hesap ediyor ve telgraf çekiyor. Böyle bir lider olabilir mi?

Diyor ki Mahmut Sadi: “Bu telgrafı alda gitme. Git de çalıma. Dön de bu ülke için canını feda etme”

Beyin göçünü engellemek kolaymış, iki satır, çok da zor bir şey değilmiş.

Atatürk, son taarruza yanında 106 kitapla geliyor. Düşünsenize savaşta yani cephede okumak için... Son taarruz yani kurtuluş günü 30 Ağustos tarihinde, biz öyle biliyoruz fakat aslında bu tarih 28 Ağustos olacaktı... Neden mi? Çünkü İstanbul'da yeni bir kitap çıkmış. Atatürk çok sevdiği bu yazarın kitabını getirtmiş. Onu okuyor! İki gün çadırdan çıkmıyor. Bu kitabı okuyor. Her şey hazır, ordu ve kumandanlar, herkes taarruza hazır ama büyük önder yok! Ne yapıyor? Çadırda kitap okuyor. Gidiyorlar bakıyorlar, göz pınarları kurumasın diye tülbentli bir su kabı var yanında ve Atatürk kitap okuyor. Reşat Nuri'nin 'Çalıkuşu' romanını okuyor. Kitap bitince çıkıyor 'Arkadaşlar çok güzel bir kitap, hepinize okumanızı tavsiye ediyorum' dedikten sonra Büyük Taarruz başlıyor... Zafer kazanılıyor ve toplanmaya geçiliyor!

















Bir kitap duvarı bükebilir.



Bir kitabı okurken geçen iki saatin, ömrümün birçok senelerinden daha dolu, daha ehemmiyetli olduğunu fark edince insan hayatının ürkütücü hiçliğini düşünür ve yeis içinde kalırdım.
Sabahattin Ali